Cinsiyete dayalı iş bölümünün başlangıcının sorumlusu tarım olabilir mi?
Kabaca MÖ 10.000 ila MÖ 7.000 arasındaki Çanak Çömleksiz Neolitik dönemde, Harran Ovası çevresindeki höyüklerde (yani Taştepeler’de) ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Dicle Bölümü’ndeki höyüklerde (örn. Gre Fılla) dişi ve kadın betimlemelerine neredeyse hiç rastlanılmamıştır. Tarihöncesi insanının zihnini anlayabilmek, modern insan için zordur. Ancak “Neden dişi yok?” sorusunu da sormayacağımız anlamına gelmez.
Öncelikle tarihöncesi insanının, Neolitik dönem öncesinde sürekli devinim halinde olduğunu unutmamak gerekir. Yıl boyunca yer değiştirdiklerini, barınma ihtiyaçlarına mevsimsel, basit çözümler bulduklarını hayal etmeliyiz. 10 ila 30 kişi arasındaki klan gruplarının, kuşaklar arasında aktarılan bir yol haritaları olmalı. Hangi mevsimde nerede daha çok toplayacak yemişin olduğunun, avlayacak hayvanın nerede daha bol olduğunun zamanla kazanılmış bilgisine sahip olduklarına ve bu bilgi ile döngüsel yer değiştirdiklerini düşünebiliriz. Ancak bazı grupların da sürekli farklı yerlere gitmiş olabileceğini de göz ardı etmemeliyiz.
Tarihöncesi insan bu yönü ile modern insandan ayrışmaktadır. Modern insan, bana göre kaygılarından ve geleceğin bilinmezliğine ilişkin korkusundan dolayı köklenmeyi tercih etmiştir. Yıl boyu yaşayabileceği en az bir konutun mülküne sahip olmayı tercih etmektedir. Ancak internetin varlığı ile hikayelerini geniş kitleye anlatabilen, alfabenin son harfleri ile anılan güncel kuşaklar bu dengeyi kırmakta ve “dijital göçebe” kavramının içinde, devinim halinde olabilmektedir. Gerçi onlar da “tanımlı” yerlere gittikleri için, tarihöncesi insanı gibi gittikleri zaman barınaklarını konduracakları yerlerde başka grupların ve yırtıcı hayvanlarının varlığının kaygısını taşımamaktadırlar.
Tarihöncesi insan bizim bugün görmekte zorlandığımız bir gök kubbe altında yaşamaktadır. Gündüz göz alabildiğince bir ufuk, gece ise binlerce yıldız altındadır. Bilişsel kuvvetleri arttıktan sonra bizim anlayamayacağımız bir varlık bilincinde olabilirler. Hatta bazı bilim insanları tarihöncesi insanın halüsinojen gıdaları sıklıkla kullanması neticesinde modern insandan çok daha geniş/farklı/anlaması güç bir hayal dünyası olabileceğini iddia etmektedirler.
Ayrıca kaynak ve meta, tarihöncesi insan için sınırsızdır. İnsan türünün sayısı çok azdır. Bu sayede kaynaklar insan için sınırsızdır diyebiliriz. Hatta bu sınırsızlığa olan inanç, modern çağın ortalarına kadar devam etmiştir. Ancak çok yakın bir zamanda, sınırsız olmadığını anlayabiliyoruz. Kaynakların tükenebileceğinin, dünyanın geri döndürülemez bir şekilde kirlenebileceğini fark ediyoruz. Tarihöncesi insanın sahip olduğu meta taş aletlerdir. Daha geç dönemde kullanılmaya başlayan obsidyeni bir kenara bırakacak olursak, her yerde bulabilecekleri taşı biçimlendirip alet yapmaktadır. Hammaddenin her yerde kolaylıkla bulunabildiğini ve herkesin kısa sürede taş alet yapabildiğini varsaydığımızda; sahip olma tarihöncesi insanının bilmediği bir kavram olabilir. Yani topluluk içindeki bireylerin çeşitli ve farklı nicelikte sermayeye ihtiyaçları yoktur.
Yukarıdaki durumu bütüncül okuduğumuzda daha eşitlikçi bir yaşam biçiminin varlığı okunmaktadır. Yiyecek, peşinden “koşulması” gereken ve saklanması güç olması nedeniyle grupların kalabalıklığını belirleyen temel unsur gibi görünmektedir. Daha çok kişinin, avlanmak için bir avantaj sağlamazken; daha çok yemeğe gereksinim duyulması sebebiyle bir dezavantaj olarak yorumlayabiliriz. Avlanan, toplayan insanlar arasında cinsiyete dayalı bir iş bölümü olmadığını da düşünebiliriz. Güç ve çevikliğin cinsiyetle ilgili olmadığını temel alırsak, tarihöncesinde cinsiyetler arasındaki farklılığı oluşturacak tek durumun doğum yapma olduğunu varsayabiliriz. Toplulukların nüfuslarını belli bir oranda tuttuklarını kabul edersek yaşam biçiminden dolayı, kadının devinim halinde ve konuta kapanmadan yaşamını devam ettirdiğini düşünebiliriz.
Gücün ve çevikliğin avlanmada bir avantaj sağladığı muhakkaktır. Bireylerin aynı koşullar altında yaşadıklarında, erkeklerin kadınlara göre avlanmak için orantısal olarak daha avantajlı olduğu iddia edebilir. Ancak tarihöncesinde erkeğin ve kadının beraber avlanmadığı anlamına da gelmemelidir. Saldırganlığın eril olduğunun kabulü üzerinden bir anlatım kurguladığımızda, çanak çömleksiz neolitik dönemde insanının neden hep erekte varlık tasvirleri yaptığını belki anlayabiliriz. Fakat bu durum çanak çömlekli neolitik dönemde değişecektir.
Tarihöncesi insan tarım faaliyetine başladığında artık yer değiştirmesi bir zorunluluk durumundan çıkmıştır. Hatta kuru tarım yapabileceği yerlerde varlıklarını yıl boyunca devam ettirmek bir avantaj yaratacak, bu durum da yerleşik hayatın tarım toplumlarında başlamasına neden olacaktır. Ancak son araştırmaların bize bu tarih anlatımının, bu şekilde süregelmediğini göstermektedir. Taştepeler kültürüne sahip grupların, tam olarak tarım faaliyetine başlamadan önce yerleşik yaşamaktadırlar. Ancak topluluklardaki tüm bireylerin, yılın tamamında burada yerleşik olup olmadığını anlamanın henüz mümkün olmadığını da unutmamak gerekir.
Yerleşik yaşamın bir diğer boyutu da esasen toprağın yıl boyunca bakıma ihtiyacı olmasıdır. Hava ısınmadan toprağın havalandırılması gerekmektedir. Isınmaya başlamasıyla tohumlar toprakla buluşmalıdır. Hava ısındığında bitkinin su ihtiyacı karşılanmalıdır. Hava sıcakken bitki büyümekte ve sonrasında kurumaktadır. Büyüyen bitki, hava soğumadan topraktan alınmalıdır. Taneler, gövdeden ayrıştırılmalı; bir kısmı tohumluk olarak ayrılmalıdır. Bir kısmı direk, bir kısmı belki de kırılarak, bir kısmı da öğütülerek besin ihtiyacını karşılamaktadır. Yani yerleşiklikte, tarımın tabiatı gereği yoğun bir iş gücüne ihtiyaç vardır. Ayrıca topluluğun besin ihtiyacından çok daha fazla ürün üretilebilmektedir.
İş gücüne olan ihtiyaç ile fazla ürünün güvencesi sayesinde klanlardaki birey sayısının artmasına sebebiyet vermiştir. Tarımla beraber insan nüfusu artmış, kalabalık topluluklar yıl boyunca aynı yerde, güvenli konutlarında, bir arada yaşamaya başlamışlardır.
Çanak Çömlekli Neolitik dönemde kilden yapılan “doğurgan” kadın betimlerinin varlığını, toprağın doğurganlığı ile kadının doğurganlığı arasında kurulan analojik bir bağ ve bu bağa atfedilen kutsallıktan ziyade; toplulukların daha fazla bireye ihtiyaç duyması ve bunu da sağlıklı, doğurgan kadının karşılaması olarak yorumlayabiliriz. Ancak bu durum kadının doğan tüm çocuklarına bakmasına, daha çok çocuk yapmasına sebebiyet vermiş ve haneye “mahkum” etmiş olabilir. Konutlardaki ocak ve fırının varlığını, yiyeceğe dönüşecek ürünlerin neredeyse tüm süreçlerinin hanede olacak şekilde örgütlenilmesi de bu durumla açıklayabilir miyiz?
Çatalhöyük duvar resimlerindeki avlanma sahnesinde gördüğümüz ayrı, bir başına duran ve avlanan insanlardan daha büyük tasvir edilen kadın figürü; kadının aslında tarımdan önce toplumdaki tüm faaliyetlere iştirak ettiğinin anlatısı olabilir mi?

Arkeo Blog 4. Yazı
Köleliğimizin Sorumlusu Tunç Çağı Mı?
Köleliğin tarımla başladığı kabul edilir. Toprak işlemenin gerektirdiği büyük çaba neticesinde, bir insanın diğer insanı meta haline getirdiği düşünülür. Diğer bir bakış açısında ise Çatalhöyük gibi neolitik toplumların konutların büyüklüğünün aynı olması, iç dekorasyonunun benzerliği eşitlikçi bir yaşamın olduğu savunulmuştur. O halde durum bir sonraki kültür evresinde değişmiş olabilir.